Canlı ve dinamik değişkenleri olan dil, toplumların büyüyüp gelişmesinde her zaman önemli bir rol oynamaktadır. Bu nedenle toplumu dönüştürmez belki ama toplumu dönüştüren bireylerle dolaylı olarak etki yaratabilir.
Bebeklerin ana dillerini öğrenmeleri noktasında, bakım verenin dili ne kadar etkin ve doğru kullandığı oldukça önemlidir çünkü bebekler sadece seslerle değil jest ve mimikleri taklit ederek bakım vereninin “dil kullanımını” da kopyalamayı öğrenirler. Bu süreçten zarfında, etrafındaki topluluğun ona olan yaklaşımını, kullandığı dildeki mesajları da süzgeçten geçiren bebek, belirli toplumsal roller ve sınırlar ile karşılaşır.
Peki nedir bu dilimizle yarattığımız toplumsal roller ve sınırlar? Cinsiyetçi söylemlerden kaçınarak, nasıl eşitlikçi ve kendinden emin bireyler yetiştirebiliriz?
Bildiğiniz gibi toplum, ne yazık ki, kadın ve erkekler için belirli kalıplar belirler. Kadın şöyle olur, erkek böyle olur şeklindeki kalıpların ortasına doğarız. Bu kalıplar gözle görünür olmadığı gibi geçerlilikleri de çoğu zaman pek yoktur. Çocuklar da bu noktada söz gelimi erkek işi – kadın işi, erkek sporu – kadın sporu gibi alanlarla da erken yaşta tanışırlar. 4 yaş erkek çocuğuna futbol topu alınır kız jimnastiğe yazdırılır. Siz kız çocuğunuza oynaması için bir sürü çay fincan seti alırsınız ama o erkek kardeşinin arabalarıyla yarış yaptırmak ister ve o meşhur cümleyi kurarsınız: “Kızlar arabalarla oynamaz anneciğim. Bak, gel biz birlikte çay partisi yapalım.” Böylelikle kız çocuğunuzun algısına yeni bir toplumsal bir rol eklersiniz: Kızlar araba yarışlarıyla ilgilenmezler, çay partileri yaparlar. Sporun, mesleklerin, renklerin cinsiyetleri yokken; pembeye kadın, maviye erkek, futbola erkek, voleybola kadın cinsiyetini yakıştıran bizim algımızdaki toplumsal sınırlar ve yönlendirmelerdir.
Cinsiyetçi bir dil ve kadın bedeninden beslenen eril dil kullanılan bir ortamda büyüyen çocuklar, ergenliklerinde, yetişkinlik hayatlarında bu kalıpları ve bu kalıplarla hayatımıza yerleşen düşünceleri sürdürürler. Ne yazık ki Türkçe’de de cinsiyetçi birçok söz öbeği, atasözü ve deyim bulunmaktadır. Kadını ast, erkeği üst gören eril dil ile “karı gibi ağlama”, “topa kız gibi vurma” gibi kalıplar kadınları aşağıladığı kadar erkeklere de gereksiz bir toplumsal bir yük bindirmektedir. “Adam gibi”, “erkek sözü” gibi kalıplarla erkek çocukları için çok keskin bir profil çizerken; dizi kanayan oğlunuzun acısını dindirecekmiş gibi çok masum duygularla “Erkekler ağlamaz, anneciğim.” dersiniz ama erkek çocuğunuz sadece çocukken değil, yetişkinliğinde de duygularını ifade etmeyi öğrenemez, ölümlerde dahi ağlamaktan utanır hale gelebilir. Kızınız etek giydiğinde ona “Kızlar bacakları açık oturmazlar, çok ayıp.” diye uyarıda bulunursunuz ve kızınız cinsiyetinden utanması gerektiğini düşünebilir.
Hâlbuki kız erkek fark etmeksizin tüm çocuklarımıza öğretmemiz gereken hayatta sadece bilim adamları olmadığı, kadınların da bilimle çığır açabileceği, topa kız gibi vurmakta bir sakınca olmadığı, kız gibi ağlamak gibi bir şey olmadığı çünkü tüm insanların aynı şekilde ağladığıdır. En başta dediğim gibi, dil belki toplumu dönüştürmez ama kullandığınız dilin gücünü artırarak toplumun değişmesini sağlayan bireylerin hayatına dokunabilirsiniz. Cinsine saygı duyulduğunu bilen kız çocuğu kendine güveni tam bir yetişkin kadın olur; eril dilin yanlış olduğunu bilen erkek çocuğu kadına saygılı bir yetişkin erkek olur. Cinsine güçlü olmak zorunluluğu yüklenmeyen erkek çocuğu, özgür ve hassas bir birey olarak yetişir, duygularını ifade etmekte güçlük çekmez. Cinsine, bakım, koruma ve edilgen işler yüklenmeyen kız çocuğu güçlü bir birey olarak yetişir. Dil elimizde, toplumu şekillendiren bireyler için çok kilit bir anahtardır. Güzel Türkçe’mizden kadını aşağılayan, erkekleri baskılayan tüm söylemlerden kurtulmak ümidiyle…